1. Gün, Cuma 1 Temmuz
Herodot 3.Yaş Akademisi (H3A)’den otuzyedi üye ve arkadaşları Meris Tur tarafından programlanan Kuzey Ege turuna katılmak için sabahın sekizinde biraraya gelip hareket ettiler.
Yolculuğun amacı ertesi gün Türkiye’nin Batısındaki en uç noktasına ulaşmak ve günbatımında Homeros’un Odyssey’ inden bölümleri çeşitli dillerde okumaktı. Homeros destanında Odysseus’un Troya savaşlarının ardından vatanı Ithaca’ya on yıl süren dönüş yolculuğunu anlatmaktaydı. İngilizce ”odyssey” sözcüğü -pek çok olayın geçtiği uzun ve maceralı yolculuk- onun epik şiirinden türetilmişti.
Yolculuğumuz 1400 kilometre kadar sürse de Odysseus’un on yılına mukabil sadece dört günümüzü aldı. Buna karşın yol boyunca Odysseus’unkileri aratmıyacak pek çok şey yaşandı.
Bodrum’dan ayrıldıktan sonra ilk durağımız Bafa Gölü oldu. Önceleri Ege’nin bir körfezi olan bu yer, Büyük Menderes’in getirdiği alüvyonlar nedeniyle denizle bağlantısı kesilmiş ve bir bir göle dönüşmüştü.
Mola vermeden doğruca Bergama (Pergamum)’ya yollandık. Buranın başlıca arkeolojik alanları Acropolis and the Asclepion’a girişmeden önce, kendimizi güzel bir öğle yemeğiyle güçlendirdik.
Acropolis’e teleferikle çıktık. Dağa tırmanmaya başlamadan hareket halindeki kabinlere sekizer kişi doluşmak, vadinin üzerinde sallanmak yükseklerden hoşlanmayanlar için korkutucu bir deneyimdi..
Vardığımızda üyemiz Semih Adıyaman’dan ana çizgileriyle Bergama tarihini ve başlıca yapıları öğrendik (bkz ek). Sözünü ettiği yapılardan kütüphane ve mermer sütunlu Trajan tapınağı hem kendilerine hem de Tanrı Zeus’a tapınmak üzere İmparator Trajan ve Hadrian döneminde inşa edilmişti. Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından yeniden inşaa edilen bu yapı Acropolis’te Roma döneminden ayakta kalan tek yapıdır. Ortaçağ boyunca temelleri sarnıç olarak kullanılmıştı. İnsanın başını döndüren 10,000 oturma yerli amfitiyatro Hellenistic mimari etkisi taşısa da, inşa edenler önemli değişiklikler yapmışlardı. Alışıldık yuvarlak hatlı şekil arazinin eğimi nedeniyle uygulanamayınca yapının yüksekliği arttırılmıştı.
Dionysos Tapınağının kalıntıları sahnenin altında kalmış. Tiyatronun güneyinde her dem yeşil bitkilerle gölgelenen Zeus Altar’ının orijinalinde Olimpia Tanrılarıyla yeraltı düşmanlarının savaşını betimleyen muhteşem frizler varmış. Ancak kazıyı başlatan 19. Yüzyıl Alman arkeologlar bunların çoğunu çıkarıp dönemin Sultan’ının izniyle Berlin’e taşımışlar. Yalnızca temelindekiler kalmış.
Acropolis tepesindeki moloz yığınlarının önünde Attalus I ve Eumenes II ‘nin sarayı olduğuna dair yazıt var. Burada bir de agora (meclis) ve de muhteşem surların uzantıları var.
Teleferikle indiğimizde vadinin karşışı tarafında batıya doğru gördüğümüz Asclepion’a yönlendirildi otobüsümüz.
Bergama Asclepion’u, Yunanistan’da Epidaurus’taki Aesclepionda tedavi görmüş ve iyileşmiş olan yerli vatandaş Archias tarafından kurulmuş eski bir tıp merkeziydi. Tedavinin çeşitli masajları, çamur banyolarını, kutsal suların içimini, bitkisel bazı tedavi ve merhemlerin kullanımını içermesi olasıdır. Teşhis çoğunlukla rüya tahlilleriyle konuyormuş. Pergamum merkezi, burada doğmuş ve İskenderiye, Yunanistan ve Anadoluda tahsil görmüş ve Bergama Gladyatörlerine doktor olarak işe başlamış olan Galen (İÖ 131-210) döneminde öne çıktı.
İlk doktorlardan biri olarak tanınan Galen dolaşım ve sinirsel sistemler konusunda tıp bilimine önemli katkılarda bulunmuş, tıp teorisini sistematize etmişti. Bergama tıp okulu onun sayesinde meşhur olmuştu. Onun çalışmaları 16. yüzyıla kadar tüm batı tıbbının temelini oluşturur. Hastalar geceyi başka bir tıp tanrısı olanTelesphorus tapınağında geçirir, Telesphorus’un rüyalarında onlara bir şifa ya da hiç değilse dertlerine bir teşhis yollamasını umud ederlermiş . Hygeia ve Panacea adında iki kızı olan Telesphorus’un medikal terminolojide yeri vardır.
2. Gün, Cumartesi 2 Temmuz
Edremit yakınındaki Güre’de bir gece konakladıktan sonra Kaz dağlarına (Ida) doğru yolculuğa devam ettik. Geyikliden Ege’deki iki Türk adasından biri olan Bozcaada’ya feribotla geçtik. Sürekli rüzgarlı Bozcaada (eskiden Tenedos) (Ataol, Talay, Aral, Corvus ve Yunatçilar) şarapları ile tanınır. Limana hakim bir ortaçağ kalesinin kuleleri görülür. Turkiye’nin kalkınma hamlesi içinde en az bozulmuş küçük kasabalarından biri, Arnavut kaldırımlı , asma çardaklı evleriyle resim tadında bir yer.
Yemeği Bozcaada yerel tarih müzesine ziyaret izledi. Müze kurucusu Hakan Gürüney’in bir sunumunu Talay şarap imalathanesinde bir ut konseri izledi.
Erken bir akşam yemeğinden sonra amacımıza ulaştık: Homeros’un Odysse’sinin birçok dilde okunmasına 3000 yıl önce yolculuklarının başlamış olduğu Polente Burnu kıyılarından gün batımını izleyerek katıldık. Okuma dilleri Türkçe, İngilizce, Japonca, Almanca, Italianca – ve üyemiz Enis Arkun tarafından okunan Fince idi.
İngilizcesi ve şüphesiz öteki dillerde de böyle başlıyordu destan: ‘Savaştan sonra hayatta kalan herkes artık evine ulaşmış ve böylece savaşın ve denizin dehşetini geride bırakmışlardı. Bir tek Odysseus’un özlediği evine ve karısına dönmesi, onunla evlenmeyi isteyen ve onu mağarasında tutsak eden Calipso adlı güçlü bir su perisi tarafından engelleniyordu. Acılarından kurtularak arkadaşları arasında güvende olacağı mevsim olarak Tanrıların tayin ettiği Ithaca’ya dönüş zamanı gelmesine rağmen bu böyleydi ve anavatanına ulaşacağı güne kadar acımasız bir kötülükle kahraman Odysseus’un peşini bırakmayan Poseidon dışında bütün Tanrılar onun bu haline üzülüyorlardı…
Bu toplantıya öncülük ve organize eden H3A başkanının kardeşi Haluk Şahin’di.
İçimizden bazıları, ödüllü şair Profesör Cevat Çapan yönetiminde 10.cu yılı kutlanan ‘yılın şairi’ ödülünün, bu yıl Mitos Beach’te yakılan kamp ateşi önünde, Hakan Savli’ya verilişi etkinliğine katıldılar.
3 Gün, Pazar 3 Temmuz
Günün ilk etkinliği, Coğrafi ve kültürel olarak Türk Bozcaada ve Gökçeada (Imbros) ile Çanakkale’nin yanısıra, Yunan adaları Midilli(Lesbos), Limni ve Samothrakiyi de içine alan bütün bu bölgenin kültürel bütünlüğüne ilgi duyanlar için bir buluşma yeri olarak düşünülen Itırlı Bahçe’de Dr Rustem Aslan ile Arkeolojide Truva’nın önemi üzerine yapılan sohbetti.
Homer’in Iliad‘asında anlatıldığı gibi Truva Kralı Priamos’un oğlu Paris, Dünya’nın en güzel kadını Isparta Kralı Menelaus’un karısı Heleni kaçırmış . Karısını geri getirmek için Menelaus denize bin gemi indirmiş.
Homeros kimdi ve Iliada tarih miydi, mitoloji mi? Homeros, Yunanistan ve Anadolu kıyılarında dolaşan kör bir anlatıcıydı. Altı ayaklı dizelerle yazdığı destansı şiiri şarkıcılar tarafından seslendiriliyordu.. Truva savaşları İ.Ö 1250’de bitmişti. Ancak Homeros’un yaşadığı dönem 500 yıl sonrasıydı. Almanya doğumlu amatör arkeolog Heinrich Schliemann (1822-90) buralara gelmeden önce Homeros’un büyük destanının tarihten çok efsaneye dayandığına inanılmaktaydı. Ta ki Schliemann Osmanlı hükumetinden masrafları kendi cebinden olmak üzere Hisarlik tepesini kazma izni alıp, üçünü epeyce mahvedip, burada dört eski kent ortaya çıkarana dek.
Bir hazine avcısı olmakla itham edilen Schliemann, ömrünün sonlarına doğru, kazılarında bulduğu hazinenin, Priamos’tan 1500 yıl önce yaşamış olan bir kraliçe ya da bir prensese ait olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Hazine II. Dünya savaşı sırasında kayboldu ise de Rusya’da ortaya çıktı. Süren bir anlaşmazlık konusu olarak halen Moskova Puşkin Müzesindedir.
Kazılar İ.Ö. 3000 yılına inen ve birbiri üzerine inşa edilmiş dokuz eski antik kenti gün ışığına çıkarmış olduğundan Truva anlaşılması çok zor bir sit alanıdır. Burada ilk yerleşim Erken Bronz Çağında kurulmuş. Truva I ve Truva V (IÖ3000-1700) olarak adlandırılan kentlerin benzer bir kültürel yapısı varmış. Ancak Truva VI (İÖ1700-1250) önceleri Mikeneliler sanılan yeni halkıyla farklı bir karaktere sahiptir. Ancak sonraları ürettikleri çanak çömlekler incelenince bunların yerel olduğu ve bu halkın Anadolulu olduğu anlaşılmış. Önemli jeopolitik bir bölge olarak Truva, Çanakkaleyi kontrol eden bir limandı. Ancak yakınlarındaki nehir ağzı dolup önündeki körfezi doldurunca burası denizden uzaklaştı.
İlk Truva İ.Ö.1250 den 1050’ye sürdü. (İ.Ö. VIII 700–85) yeniden bir Helen kenti olarak yaşmaya başlayana kadarki arada çöküntüdeydi. Roma dönemi ise İ.Ö. VIX 85 ve İ.S. 500 arasındaydı.
Hisarlik’ın Truva olduğu kanıtlanmamış olsa da arkeologların mantıksal olarak öyle olması gerektiğine dair buluntuları varmış.Öte yandan Iliada’da tarif edilen doğa görünümleri Hisarlik civarına benzer.
Bazılarımız Dr Aslan’ın ”Homeros epiklerinde çiçekler” ve Nezih Başgelen’in ”Homeros destanlarında nehirler” üzerine konuşmalarını dinlemek üzere kalsa da grubun bir bölümü ayrılarak yerel şaraplar ve domates salçası satın almak için yerel şarap imalatçılarını gezmeye başladı.
Yemekten sonra Bozcaada’dan ayrılarak bize Çanakkale boğazının karşısındaki Gelibolu kıyılarını görmemizi sağlayan bir kestirme yoldan Truvaya yöneldik. Bu boğazlar binlerce yıl boyunca İstanbul’a ve Karadenize kilit olmuş: Buraları aşabilecek bir donanmanın Doğu Avrupa dünyasının başkentini ele geçirme şansı yüksek olurdu. I Dünya savaşında muazzam müttefik ordusu da dahil olmak üzere bir çok filo bu boğazları zorlamayı denemiş ancak aşamamışlardı.
Truva’ya vardığımızda, Semih Bey, Truva atının(Türk sanatçı Izzet Senemoğlu’unun tasarımı) gölgesine sığınarak, Odysseus’un Tuvalıları bozguna uğratmak için bir tahta at kullanmayı nasıl akıl ettiğini anlattı. Ancak orada bir Truva savaşı olmuş muydu gerçekten? Homeros’un Iliada‘sında Truva savaşların cereyan ettiği İÖ13. yy İllium kentiydi century. On yıl süren savaşta Achilles, Hector ve Agamemnon gibi kahramanlar çıkarmıştı. Odysseus Truva atını inşa ederek onların sonunu getirdi. Tahtadan yapılan bu atın boş karnı Yunan savaşçıları ile doldurulmuştu ve içeri sokulduğu kenti ele geçirmişlerdi: O gün bu gün, ”Hediye veren Yunanlılardan korkun” diye bir özdeyiş çıkmış.
O geceyi Kazdağlarının (Ida dağı) eteklerindeki zeytinlikler ve çam ormanlarıyla çevrili Adatepe köyünde geçirdik. Zengin flora ve faunasının çeşitliliğinin yanısıra Ida yüksek oxygen düzeyi ile de tanınmıştır. Hava o kadar açıktır ki , yıldızları izlemek akşamların sıradan bir eğlencesi. Adatepe köyü doğal ve tarihsel miras olarak sit ilan edilmiş ve koruma altındadır.
4 Gün, Pazartesi 4 Temmuz
Eve dönüş yolculuğumuz. Adatepe köyünde dinlendikten sonra, alışveriş için Küçükkuyu Zeytinyağı müzesini ziyaret ettik. Sonra Bodrum’a dönme öncesi Ayvalik’ta Cunda adasında Lyra RestaurantTa yemek yedik.
Ulaşım ve ikametimizi düzenlediği için Meris Tur’a, Selçuk ve Camılle Şahin’e de bu turun anılarda yer etmesi için gösterdikleri ayrıntılı organizasyon için teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Bergama tarihi
Pergamum Aeolia Grekleri tarafından İ.Ö sekizinci yüzyılda kurulmuş. Bu kentten ilk kez Xenophon’un Anabasis adlı yapıtında söz edilmişti. Büyük İskender’in ölümünden sonra, generallerinden biri olan Lysimachus, kenti yönetmeye kalkmış ancak ilk Bergama kralı olacak olan Philetaerus tarafından kovulmuştu. Tacını yeğeni Eumenes I’e, o da kuzenlerinden biri olan Attalus I’e bırakacaktı. Attalus döneminde Gallerin bir kolu olan Galatyalılar göç yollarındaki Bergamaya saldırmış ancak iİÖ: 230’da bozguna uğratılmışlardı. Attalus bu zaferini hala kaybolmamış olan çok sayıda heykel dikerek kutlamıştı.Bu heykellerden biri Byron tarafından ölümsüzleştirilen ve şimdilerde Roma’da bulunan Son nefesini Veren Gal (yalnış olarak ölen gladyatör deniyor)heykeliydi.
Krallık Büyük Antiochus’un Romalılara (İ.Ö. 190) yenilgisinden ve Romalıların tüm Anadolu ve Pamfiliayı Eumenes II’ye vermelerinden sonra zirveye ulaştı . Bergama tarihinin en parlak dönemi Eumenes II (İ.Ö.197-159)’dir. Heykeller yoluyla tapılan Zeus’un muhteşem altarını kuran da odur. Bu heykeller 1878’de başlayan kazılar sonucu gün ışığına çıkarılarak Pergamum’un ününe ün katmışlardı.. Karta Pergamena denilen parşömen kağıdının icad edilmesine yol açan Bergamanın ünlü kütüphanesi yine Eumenes II döneminde kurulmuştu, Bu kütüphane daha sonra Antony tarafından Cleopatra’ya verilecek ve İskenderiye’ye taşınacaktı. Attalus III’ün ölümünden sonra (İ.Ö.133)krallık onun vasiyeti üzerine Romalılara devredildi. İncil’de Yeni Ahit’te Pergamum’dan bir tek bölümde ”Vahiy” lerde, büyük olasılıkla Zeus altarına atıfta bulunularak Şeytanın koltuğunun bulunduğu yer olarak söz edilir. Lysippus ve Parian Scopas’ın izlerini taşıyan Bergama heykel okulu ilk çağlarda ünlüydü.
Bugün, eski Pergamum’dan kalan ve görülmesi gereken en önemli anıt 1890’da bulunup Berlin’e götürülen Eumenes II’nin Zafer Altarı’dır, Mucizevi bir biçimde II. Dünya savaşını atlatmış günümüze gelmiştir.
Krallık kalesinin harabelerini taşıyan muhteşem kayanın üzerindeki Acropolis’te etkileyici bir tiyatro, Trajan tapınağı, bir gymnasium altyapısı var. Biraz aşağılarda ise Roma-dönemi ev ve dükkanlarından oluşan hayranlık uyandıran bir bölüm çıkarılmış son kazılarda.
Tepenin altında eski Türk çizgileriyle başlıbaşına ilginç bir yer olan şirin eski kentte, İ.Ö. 100 yılına tarihlenen dev Serapis Tapınağı (Kzıl Bazilika) bulunuyor. Kentten az bir mesafede nihayet meşhur tıp kompleksi Aesclepion’un geniş bir alana yayılmış kalıntılarını görüyoruz. Burası aralarında yazdıkları Ortaçağ sonuna dek Batı tıp bilgisinin temellerini oluşturan Romalı doktor GALEN’in de olduğu birçok hekimin uygulama yaptığı ilk çağdaki önde gelen tedavi ve araştırma merkezi.
Sir William Smith, Aileen Lau, Bina Maniar,Terry Richardson ve başkalarının tuttuğu notlardan…