PALEOLİTİK KUTSALIN TOPOSENTRİK KÖKLERİ
1-Paleolitik Kozmos
Paleolitik kozmos tek parçadır ve üç katmandan oluşur. Bu üç katman (Gökyüzü-YeryüzüYer altı) dikey bir kutsal eksen (Aksis-Mundi) ile birbirine bağlanır. Katmanlar arası iletişim, yeraltından yükselerek dünya dağının zirvesinden yeryüzüne ve oradan da gök kubbenin tepesine ulaşan bu kutsal eksen üzerinden sağlanır. Katmanlar arası iletişimi kurmak, dengeyi ve uyumu sağlamak yani kozmik ayarı (regülasyon) yapmak şamanın sorumluluğundadır. Paleolitik kozmos tarafından kapsanan bütün varlıklar kendilerine ait bir ruh taşırlar ve dolayısıyla canlıdırlar. Paleolitik kozmosta cansız ve ruhsuz bir varlık yoktur. Ruhların kozmosa dağılımı tamamen toposentriktir ve ruhlar arasında hiyerarşik bir yapılanma kesinlikle görülmez. Güneşin, Ayın, dağın, ağacın, kuşun, karıncanın ve şamanın ruhu eşit derecede kutsaldır ve eşit derecede saygı görür. Paleolitik kozmosta kutsallık homojendir ve henüz kutsalın yoğunlaştığı tapınak gibi heykel gibi bir statüko yoktur. Kutsal tamamen toposentriktir (yeryüzü merkezli). Antroposentrik (insan merkezli) değildir. Paleolitik kozmos kaotiktir ve döngüseldir. İlkbahar saçılmasından sonra yayılmanın tamamlanması kozmik uyanmayı getirir.
KOZMOS Nedir?
Uyanma dışa vurulan bilinç ve dağılan enerjidir (Ritüel). Orta kat mitosların üretildiği düşler bölgesidir. Kozmos burada rem uykusundadır. Arkadan sonbahar toplanması başlar. Toplanma tamamlanınca bu kez kozmos derin uykuya girer. Derin uyku dışa vurulamayan bilinç ve toplanan enerjidir. (Şek 3-kozmik şema). Paleolitik kozmosta nesne ile simge arasında bir temsil ilişkisi yoktur. O, düzensiz duyarlı bir dişi sistemdir. Lausse Venüs’ü (18 bin yıl önce) kozmosu temsiletmez fakat kendisi kozmostur. Soluğu havadır.

İskeleti sıra dağlardır. Kasları kalın topraktır.
Şekil 1 Paleolitik Tanrıça

Göbeği dünya dağıdır. Rahmi derin mağaralardır. Bir elinde tuttuğu boynuz gökyüzü, diğer elinde tuttuğu karnı ise yeryüzüdür. Paleolitik tanrıça mülk sahibi değildir. O’ doğanın kendisidir. Taşınabilir idoller olarak hepsi birer küçük kozmosdur. Paleolitikte doğanın yenilenmesi, eski olanın yeniden doğması değil, yenilenerek doğmasıdır. Paleolitik kozmosta doğal çeşitliliğin görünen dünyası (fenomen) ile, ruhların görünmeyen dünyası (numen) eş zamanlı ve eş mekanlıdır. Kaos ve kozmos harmonik ve homojendir. Kozmos doğa ve doğaüstü olarak algılanmaz. Paleolitik kozmosta ruhların dünyası ile varlıkların dünyası arasında gevşek ve kolay çözülebilir bir ilişki vardır. Hiçbir varlığın bedeni kendi ruhunu hapis altında tutmaz. Bir varlığın ruhu varlık ölmeden de bedeninden ayrılıp tekrar bedenine dönebilir.
2-Şamanın Dünyası
Ruhlar dünyası ile varlıklar dünyası arasındaki bu gevşek, dinamik, türbülanslı ve kaotik süreçler karşısında, her an uyanık ve tetikte olması gereken bir kozmik bekçiye ihtiyaç vardır. İşte bu bekçi şamandır. Şaman kendi klanına zarar verme ihtimali olan bir ruhsal anomalinin, bir ruhsal türbülansın yaklaşmakta olduğunu fark ederek, tehlikeyi uzaklaştırmakla görevli olan bir manipülatördür. Bu manipülasyon işlemini kozmosun simgesel bir modeli üzerinde trans durumuna geçerek ruhlar dünyasında gerçekleştirir. Şaman için kozmos saydamdır.

Şaman – Sibirya
Şaman kozmosa baktığı zaman kendini görür ve kozmosunda kendine baktığını düşünür. Şamanın ritüel kıyafeti ve davulu kozmosun simgesel bir modelidir. Şaman ruhunu bedeninden bağımsız bir konuma getirebilmeyi başarabilmiş bir inisiyedir. Başka canlıların bedenlerine girerek onlara hükmedebilir. Şaman öncelikle ateşten, sudan, havadan ve topraktan gelebilecek olan türbülanslara karşı her an tetikte olması gereken regülâtördür. Şaman kozmik düzenin seyrine müdahale edebilmek için, kozmosun başlangıç anına inmek zorundadır. Bunun için dünyevi zaman askıya alınır ve kutsal zamana yani ritüel zamana geçilir. (in illo tempore) Mircea Eliade. Kozmosu temsil eden simgesel düzenek üzerinde, bazı ritüel hareketlerle kendini derin trans (esrime) durumuna getiren şaman, kozmik yaradılışın aşamalarını simule ederek ilerler. Kazaya sebep olan kötü ruhu simgesel düzenek üzerinde yakalayarak oradan kovar. Kozmos yenilenmiştir ve tehlike uzaklaştırılmıştır. Şamana göre kozmos onarılamaz, ancak yeniden yaratılarak kurtarılır ve yeniden var edilir. Şaman yaradılışın başlangıç noktasına dokunarak bu işlemi gerçekleştirir. Şaman hayvan kılığında, hayvanın hareketlerini taklit ederek onların bedenlerini bir süre için sahiplenebilir. Bu durum genellikle av hayvanından özür dileme (kefaret) ritüeli olarak ortaya çıkar. Şaman bazen psikotik (marazi) bir ruh hali içine girerek çıldırmış gibi hareketler yapabilir. Bu durum aslında şamanın başlangıç (inisiasyon) inzivasına çekilerek kendini yenileme ve güç toplama arzusudur. Bilindiği gibi modern toplumlarda marazi esrimeler patolojik bir durum olarak görülüp kişi kliniğe yönlendirilir. Şaman adayları önce sanrılara (halüsinasyon) kapılıp bir öfke patlaması yaşarlar. Uzak ve sessiz bir köşeye çekilerek titreme nöbetlerine girerler. Şamanların sırra erme ritüelleri oldukça uzun ve sarsıntılıdır. İlk nöbetten ancak birkaç yıl sonra şaman olma hakkını alırlar. Bu süreç bir acı, ölüm ve diriliş ritüelidir. Şaman ayrıca trans (esrime) durumuna girerek düş araştırması yapmak zorundadır. Çünkü düşündeki imgelemler uyanıkken gördüğü varlıkların ruhlarıdır. Şaman kozmosun kaderini okuyabilmek için kutsal eksen (aksis-mundi) üzerinde yükselmek zorundadır aynı zamanda. Çünkü hayat ağacının dallarında kozmosun kaderi yazılıdır. Şamanlar ruhlar dünyasında birbirleri ile karşılaşmalar yaşayabilir hatta rekabete girip çekişebilirler de. Hatta bu çekişmeler çok seyrek de olsa ölümle bile sonuçlanabilir.
3-Lascaux Mağarası

Lascaux Mağarası
Fransa’da Lascaux mağarasında bulunan ve en az 20 bin yıl önce yapıldığı düşünülen bir duvar resmi, üst paleolitik dünyanın ruhu üzerine bize oldukça ilginç ipuçları vermektedir. Avlanmış bir boğanın anüsünden giren mızrak fallusundan çıkmıştır ve boğanın bağırsakları dökülmektedir. Fakat boğa hala ayakta durmakta ve ruhunu pek de kolay teslim edeceğe benzememektedir. Boğanın hemen önünde derin bir trans halinde sırtüstü yatmış bir şaman görülmektedir. Şamanın başında bir kuş maskı ve yerde duran asasının ucunda da bir kuş maketi bulunmaktadır. Bilindiği gibi şaman için ruh görünmez bir kuştur. Şaman aslında ruhunu teslim etmemek için direnen boğaya şöyle seslenmektedir. ‘’ Bir an önce ruhunu bana teslim et de daha fazla acı çekme. Ben senin ruhunu alıp su asanın içindeki kuşa kapatıp sonra gökyüzüne uçuracağım. Sen de acıdan kurtulacaksın. Sen ölüyorsun ama bak ben de ölüyorum.’’ Şaman gerçekleştirdiği bu ritüel ile, klanı adına boğaya bir kefaret (atonement) ödüyor ve O’ndan özür diliyor. Bu arada Şamanın da, boğanın da karşılıklı olarak fallik bir gerilim içinde oldukları anlaşılıyor. Ölüm (thanatos) yeni bir yaşamı (eros) kışkırtmaktadır sanki. ‘’Ölüme yaklaştığımız ölçüde erotizmin şiddetini yaşarız’’ ( Georges Bataille.) Bilindiği gibi mağara doğanın insan için tasarladığı ilk tapınaktır. Paleolitik dünya insan merkezli (antroposentrik) değildir. İnsan kozmosun kendisidir ve kutsallığın simgesi ‘’el’’dir. O nedenle de kıyamet (eskatalojik) mitlerine paleolitikte hiç rastlanmaz. Beden kozmosun bir yansımasıdır. ‘’paleolitik Kozmosta bizin parçası olmayan bir ben yoktur. (Claude Levi Strauss)
4-Yaşayan Paleolitik

Kozmik Tasarım ve Yaşam Ağacı
Filipinlerde yaşayan Pinatubo’lar 15 yarasa türünü, 75 kuş türünü, 20 karınca türünü ve 450 bitki türünü birbirinden ayırt edebilir ve yaşam alanları ile yararlı, zararlı tüm özelliklerini bilirler.
Yeni Gine’de Gahuku Gama’lar futbol oynamayı batılılardan öğrenmiştir. Fakat taraflar eşit sayıda maç kazanana kadar oyun devam eder. Erginlenme törenlerine katılan gençler ölmüş olan atalarının ruhlarına simgesel olarak kendilerini öldürtürler ve böylece yaşayanlar ölmüşlere bir kefaret(atonement) öder. Ak papağan güneşle komşudur. Kara papağan ise hayat ağacının köklerindeki yumru ile komşudur. (C. L. Strauss)
Pigme mitolojisinde ‘’Yükselen güneşin ışınları gökyüzünün sürüsünü öldürüyor.’’ Şeklinde bir metafor vardır. Burada güneş avcı, ışın mızrak, yıldızlar ise sürüdür. Yeryüzünde gerçekleşen bir sürek avı eşzamanlı olarak gökyüzünde de olmaktadır. Bilindiği gibi Paleolitik kozmosta yeryüzü ve gökyüzü simetriktir.
NEOLİTİK KUTSALIN ANTROPOSENTRİK KÖKLERİ
1-Neolitik Kozmos ve İlk büyük kırılma
Neolitik çağın şafağında paleolitik bir toplayıcı olan kadın, tohum ve toprak arasındaki gizemli ilişkiyi yavaş yavaş keşfetmeye başlamıştır. Zamanımızdan 12 bin yıl önce çekilmeye başlayan Würmiyen buzulunun altından çıkarak hızla yeşeren bereketli topraklar, tohum toprak ilişkisinin bir düzenleyicisi olarak ilkel tarımcıyı ortaya çıkaracaktır. Çayırların hızla tarlalaşması, bir doğa olan çayırın, bir kültür olan tarlaya dönüşmesi, insanın dünyadaki varoluşunda yaşanan ilk ve geriye dönüşsüz büyük bir kırılmaya yol açacaktır.
2-Kültür ve Doğa

Ana Tanrıça ve Serpent Force
Diğer taraftan paleolitik çağda bir avcı olan erkek, av hayvanlarını sürekli olarak kontrol altına almaya ve sürüler halinde gütmeye başlamıştır. Bu gelişme tarlaları kuşatan çayırlık alanların meralaşması ile sonuçlanmış ve bir doğa olan çayır bu kez de bir kültür olan meraya dönüşmüştür. Tohum toprak ilişkisinin merkezinden dışa doğru konsantrik bir biçimde gelişen kültürel yayılma, insan ve doğa arasındaki kırılmayı ve açılmayı daha da hızlandırmıştır. Paleolitikte doğa, insanı bir avcı ve toplayıcı olarak programlamışken, artık insan bir tarımcı olarak doğayı programlamaya başlamıştır. Kültür, insanın kendi kendisi için geliştirdiği bir yaşam programıdır. Böylece ilk tarımcılar ile ilk hayvancılar arasında hem rekabet hem de işbirliği süreci başlamıştır.
Neolitik Ana Tanrıça – Çatalhöyük

Neolitik tarım tanrıçası, paleolitiğin hiyerarşik olmayan harmonik kutsallığını kendi bedeninde bir yılan gücü (serpent force) olarak toplamış ve dünya dağının zirvesindeki tahtına oturmuştur. Kutsallık artık toposentrik olma özelliğini kaybetmeye başlamış ve hiyerarşik bir dikeylik kazanma eğilimine girmiştir. Neolitik kutsallık artık antroposentriktir ve tanrıçanın gövdesi tarafından temsil edilmektedir. Neolitik kozmos artık paleolitik kozmos gibi 3 katman değil, 3 parçadır. Tarım tanrıçası tarafından temsil edilen tarla, Çoban tanrı tarafından temsil edilen mera ve paleolitik kozmostan geriye kalan ve hala bir doğa parçası olan tanımsız yabanıl bölge. Neolitiğin kutsal simgesi bir boğa başıdır. Bilindiği gibi Çatalhöyük ve Hacılar Anadolu’nun en önemli neolitik yerleşim birimleridir. Bu yerleşimlerde bir yol şebekesi olmadığı gibi yapılarda kapı ve pencere bulunmamakta, giriş çıkış damdanyapılmaktadır.
TUNÇ ÇAĞI VE ANA TANRIÇANIN YÜKSELİŞİ
1-Teknolojik Tarım, Ticaret ve İkinci büyük kırılma
Üst neolitikte, sulama kanallarının açılması ve saban kullanımı gibi tarımsal tekniklerin gelişmesi, üretimin çeşit ve miktar olarak artmasına yol açmışsa da, tunç çağının şafağı sökerken insan ve doğa arasında bir büyük kırılmaya daha sebep olmuştur. Bu kırılmanın adı ‘’ticarettir’’. Ticaret birbirine uzak coğrafyaların ürün ve kültürlerini birbirlerine tanıtmış ve refah düzeyinin nispi olarak artmasına sebep olmuşsa da; depolama ve kayıt işlemleri, trampa kriterinin (para) hesap edilmesi gibi zorunluluklar, kültürel alanda ilk kez güvenlik ve bürokrasi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Tunç Çağı kent devletlerinin ortaya çıkması için bütün ön koşullar artık hazırdır.
2-Tunç Çağında Kozmos ve Kent Devletleri
M.Ö. 3500 lere gelindiğinde tarım, hayvancılık, güvenlik ve bürokratik işleri organize eden birer merkezler olarak ilk tunç çağı kentlerinin nehir deltalarında yükselmeye başladığına şahit olmaktayız. Şüphesiz bu kentler, dünya dağının zirvesinde oturan, kozmik döngüyü (ısı ve su) aksis-mundi üzerinden yöneten ve tarımsal bereketi hieros-gamosu (kutsal doğurganlığı) ile çeşitlendiren bir ana tanrıça tarafından temsil edilmekteydi. Tunç çağı kentleri, neolitik kentlerin tersine geometrik bir düzen içinde inşa ediliyordu.
3-Ana-Oğul ve Doğa
Tunç Çağı – Ana Tanrıça
Tunç çağında yaşam döngüsü, toprağın rahminden çıkıp, tekrar toprağın rahmine giren bir uroboros çemberi (kuyruğunu ısıran yılan) olduğu için, tanrıça adına gerçekleştirilen bereket törenleri, bir toplu esrime çılgınlığına (ekstazik) dönüşüyordu. Ölüm ve yeniden doğumu temsil eden kurban törenleri ile kanlı ve ürkütücü bir görünüm alıyordu. Orta Anadolu’da Kybele-Attis, Mezopotamya’da İştar-Dumuzi, Mısır’da İsis-Horus. Suriye’de Astarte-Adonis ritüel ve mitosları, toprak-tohum yani ana-oğul ilişkisini temsil etmekteydi. Görüldüğü gibi paleolitik av mitlerinin sürprizlere açık, maceracı ve çocuksu ruhu artık tamamen kaybolmuştu. Tunç çağının kutsal simgesi çift yüzlü baltadır. (labyris)

DEMİR ÇAĞI VE KAHRAMANIN YÜKSELİŞİ
1-Demir Çağında Kozmos ve Üçüncü büyük kırılma
Dikey kutsal eksen (aksis-mundi) çevresinde örgütlenen tunç çağı kentlerinin devlet teşkilatları, yatay kozmik eksen üzerinde yayılma eğilimi içine girerler. Bu eğilim tarla ve mera alanlarının genişlemesine karşılık, paleolitik çağın kozmosundan arta kalan yabanıl bölgenin hızla daralmasına yol açacaktır. Bu eğilim tarla ve mera alanlarının dünya dağının eteklerine doğru tırmanması anlamına gelmektedir. Eski kozmostan kazanılan yeni alanlar, yeni kozmos tarafından tekrar tanımlanmak zorundadır. Ancak paleolitikten kalan bu yabanıl bölge kazanılmadan önce keşfedilmek zorundadır. Bu tanımsız, belirsiz, sürprizlere açık, riskli ve tehlikelere dolu bölgeye girebilecek ve bu bölgenin sırlarını deşifre ederek yeni kozmosun mitolojik söylemine uyarlayabilecek cesurca bir atak gerekmektedir. İşte bu atağı yapabilecek olan kişi kahramandır.
2-Kahramanın Yolculuğu
Kahramanın serüveni üç aşamada gerçekleşir. Çıkış-Erginlenme-Dönüş. Kahraman olağan (kozmos) olandan, olağan üstünün (kaos) alanına doğru ilerler. Kahraman çekici bölgeler uzak ülke, derin orman, deniz dibi veya yeraltı dünyası olabilir. 1- Kahraman tanrısal bir gücün çağrısı ile yola çıkar.(inisiasyon) 2-Eşiğe varır ve geçidi koruyan bir gölge varlıkla karşılaşır. Eşik, kozmos ve kaos sınırını temsil etmektedir. Gölge varlık ise bir kaos ejderidir.(sphenks, dragon, şahmeran) ve paleolitik dünyadan kalan tanımsız güçleri temsil eder. 3- Kahraman ya gölge varlığı alt ederek yoluna devam eder, ya da, gölge varlık tarafından alt edilerek yeraltına düşer. 4- Kahraman yol boyunca önüne koyulan çeşitli sınavları atlattıktan sonra, çıktığı kente başarılı bir dönüş gerçekleştirebilirse, ana tanrıça ile hieros-gamos (kutsal-evlilik) hakkını kazanır. Kahraman sonuçta kozmik tıkanıklığı açarak, yaşam enerjisinin kozmik gövde üzerindeki akışını hızlandırmıştır. Bu kez tunç çağı kozmosu büyük ve geriye dönüşsüz bir kırılmanın eşiğine gelmiştir. Ana tanrıça ile hieros-gamos hakkını kazanan kahraman, ana tanrıçanın kutsal eksen (aksis-mundi) üzerindeki kozmik döngüsel gücünü (serpant force) ele geçirir ve bu gücü çizgisel bir akış konumuna çevirme mücadelesine girer. Tunç çağı kozmosunun rutin, şaşmaz ve sürpriz durumlara kapalı döngüsünün tik-takları artık aksama yapmaktadır. Kozmosta yatay gerilim artmıştır. Çoğalan kahramanlar kendi aralarında rekabet ve mücadeleye başlamıştır. Demirin sesi kozmosta yankılanmaktadır. Tunç çağının tanrıçası adına gerçekleşen toplu esrime törenlerinden yükselen ilahiler demirin soğuk sesinde boğulmuştur.
KAHRAMANINÜÇYÜZÜ
1-Farklı Kahramanlar
Kahramanlar Zeus, Herakles, Musa ve İsa gibi çoban kökenli olabileceği gibi, Gılgamış, Marduk, Odysseus ve Aeneas gibi kent kökenli de olabilir. Görüldüğü gibi meralar kendi kahramanlarını, tarlalar da kendi kahramanlarını yaratmıştır. Tanrıçalar çağının kozmosu artık tanrılar çağının kozmosuna dönüşmüş, ilk kez kozmosun dişil karakteri silikleşmiş ve eril karakteri dominant hale gelmiştir. Tanrıçalar gücünü yeryüzünün enerjisinden alıp gökyüzüne yansıtmaktaydı. Kahramanlar ise gücünü gökyüzünün enerjisinden alıp yeryüzüne yansıtmaktadır. Kahramanlar çağının tanrıçası kozmik döngü üzerindeki hâkimiyetini büyük ölçüde kaybetmiştir. O, artık göksel patriarkın otoritesine girmiş ve sadece kahramanı doğuracak olan bir bakireye (heroes) dönüşmüştür.
2-Gılgamış’ın Ölüm Korkusu
a-Enkidu sedir ormanındaki barınağından (paleolitik kozmosdan) Uruk Kenti’ne (tunç çağı kozmosuna) İştar rahibesi Şamşat ile ilişkiye sokularak (inisiasyon) transfer edilir. Enkidu Gılgamış ile kent meydanında güreşe tutuşur ve hemen ardından dost olurlar. Enkidu artık bir Uruk’lu gibi düşünmeye ve konuşmaya başlamıştır. Destan burada Enkidu’ya 10 bin yıllık bir atlama yaptırmıştır ve Enkidu artık bir kahramandır.

Gılgamış ve Gökboğası
b-Gılgamış ve Enkidu birlikte yola çıkarlar ve gök boğasını öldürürler. Bu neolitik tanrıçanın iktidardan düşürülmesi ve kozmos üzerindeki hâkimiyetini kaybetmesi anlamına gelmektedir.
c-Sedir ormanına varış ve Huvava’nın öldürülmesi. Huvava paleolitik tanrıçayı temsil eden bir kaos ejderidir. Gılgamış ve Enkidu eski tanrıçaların kozmik iktidarını sembolik olarak yıkıma uğratıp zaman içinde geriye doğru yol almaktadır aslında.
d-Geçmiş iktidarlarla hesaplaşan iki kafadar kahraman artık kozmosun yegane hakimleridir. Fakat zafer sevinçleri uzun sürmez. Enkidu ölmüş, Gılgamış’ı da derin bir ölüm korkusu sarmıştır. Ölümsüzlüğün sırrını bilen Utu-napiştim’i (nuh) bulmak için derhal yollara düşer. Ancak karşısına İştar rahibesi sakiye Siduri çıkar ve O’na şöyle seslenir.
e-‘’Ey Gılgamış, ne dolanıp durursun. Aradığın o ebedi hayatı bulamayacaksın asla. Tanrılar ölümü biçtiler insana. Ölümsüzlüğü ise kendilerine sakladılar. İşte bu yüzden dans et eğlen, gününü gün et, tertemiz olsun giysilerin, yıkanmış olsun vücudun, elini tutan çocuğunu sev, kucağında mutluluk bulsun karın. Budur nasibi ölümlü insanın.’’
f-Gılgamış, Siduri’yi dinlemez ve yoluna devam eder. Zorlu bir yolculuktan sonra nihayet Utu-napiştim’i bularak ölümsüzlük otunu O’ndan almayı başarır ve derede su içerken bir yılana kaptırır. Bu yılan bir Uroboros’tur ve eski tanrıçanın kozmosunda çevrimsel zamanını temsil etmektedir. Ölümsüzlük sadece O’na aittir.
3-Odysseus’un İçsel Yolculuğu
a-Odysseus’un 12 parça gemi ile Troya’dan ayrılıp, krallığı İthaka’ya doğru yola çıkması
(çizgisel zamandan çıkıp çevrimsel zamana doğru bir geçiş) b-Lotus (halüsünojen kaktüs) yiyenler ülkesine varış. (Lethe ırmağından geçiş veya geçmişin silinmesi)
c-Poseidon’un oğlu kyklop (tepegöz) Polyphemus’un gözüne kazık sokulması.(güneş kapısının kapanması veya içe dönüş) Odysseus’un ismini Polyphemus’a ‘’hiç kimse’’ olarak vermesi.(göstereni kaybedilmiş özne veya simgeselin alanından imgeselin alanına geçiş)
e-Aiolos’tan rüzgar tulumunun alınması ve tulumun zamansız açılarak rüzgarların kaçırılması.
(doğanın kontrol dışı kalması.) f-Laistrygonlar’ın (devler) saldırısı sonucu bütün gemilerin batışı. (kastrasyon ve yıkım)
g-Kirke’nin (yer altı gizemlerinin tanrıçası) bilgece sınavları ve öğütleri üzerine Hades’ten (yeraltından) geçiş. (ölüm ve yeniden doğum).
h-Skylla ile Kharybdis canavarlarının arasından bedel ödeyerek geçiş. (kozmik zıtlara karşı verilen sınav)
Kirke – Odysseus
i-Kalypso’nun(yeryüzünün bereket tanrıçası) adasına çıkış. (uyanış ve tekrar çizgisel zamanın simgesel alanına giriş)
j-İthaka’ya varış ve eşi Penelope ile oğlu Telemakhos tarafından tanınması. Rakiplerin öldürülmesi. (toplumsalın alanına giriş ve zafer)
4-Musa’nın Kozmik Darbesi

a-Firavun orduları tarafından takip edilen İsrail Oğulları Musa’nın önderliğinde Kızıl Deniz’i geçerek (toplu vaftiz) Mısır’dan çıkmış (exodus) ve Sina çölünde göçebe çobanlar olarak yaşamaya başlamışlardır. (M.Ö. 13.yy ). O zamanlarda Tüm Sina Yarımadasında ay tanrısı Sin kutsallığın en üst ve yaygın düzeyini temsil etmekteydi. Sin’in şöhreti aslında Suriye,
Ürdün ve kuzey Mezopotamya’ya kadar yayılmıştı. Sina Yarımadası da adını ay tanrısı Sin’den almaktadır. Kendi kavminden bir süre için uzaklaşarak zirvesinde Sin kültünün bulunduğu Horeb Dağı’na çıkan Musa, dağın zirvesine ulaştığında yanmakta olan bir çalı görür ve ateşin içinden yükselen bir ses O’nu çağırır. ‘’Ya Musa’’ Aniden bir ışık bulutu ile sarılan Musa cevap verir ‘’Hiçbir şey göremiyorum’’ Ateşin sesi konuşur ‘’Beni görüp de hayatta kalan hiç kimse olmadı. (Eski Ahit çıkış bab 4)
Horeb Dağı

b- Musa, o ana kadar hiç tanımadığı çok farklı bir duygu ile kuşatıldığını hisseder ve ürperir. Bu duyguyu din tarihçileri Mysterium-Fascinate-Terrible olarak açıklamıştır. (GizemHayranlık-Dehşet.) Musa yanmakta olan çalıya doğru seslenir. ‘’kimsin sen’’ Ateşten cevap yükselir ‘’Ben BEN olanım’’ (Ehyeh Aşer Ehyeh). Baş harfleri alındığında Y(yod)-H(hey)V(vav)-H(hey) YHVH. Çok zorlanarak ve ancak (YAHVE) gibi bir ses çıkarılarak okunan, aslında fonetik olarak okunması imkânsız olan bir tanrı adı ile karşı karşıyadır insanlık ilk kez.

Musa ve On Emir
c-Sin, tunç çağının kutsallığını temsil eden ve ana tanrıça kültünden gelen bir tanrıydı ve kutsal simgesi boğa başıydı. Sin, dünya dağının zirvesinde yükselen hayat ağacının içinden geçen kundalini (serpant force) gücü ile kozmosu regüle etmekteydi. Eski Ahit’i yazan rahip ya da rahipler
Sin’e sofistike bir komplo hazırlamış olmalılar. Kozmik Hayat ağacı bir çalıya benzetilerek küçümsenmiş ve ateşe verilerek yakılmıştır. Üstelik ateşle tehdit edilen kundalini gücünün içinden bir göksel patriark konuşturulmuştur.
Eski Ahiti yazan rahipler tunç çağının
kozmozunda yangın çıkartarak dünya dağını ele geçirmişler ve kozmosa hâkim olmuşlardır. Semitik dünyada o zamana kadar hiç bilinmeyen bir zaman algısı ortaya çıkmıştır. Tunç çağının rutin ve şaşmaz döngüsü, Yahve’nin kestirilemez, öngörülemez, sınırsız ve sonsuz iradesine teslim edilmiştir. Yahve, Musa’ya ‘’Ben BEN olanım’’ demekle, ‘’Ben, ne olacaksam O olacağım demektedir ‘’aslında. Bu söz ise ben neyi ne zaman ve nasıl istersem o öyle olacaktır anlamına gelir. Yahve Musa’yı ışık bulutu ile kaplayarak kendisini görünmez kılmakla antropomorfik kutsallığa son vermiştir. Kutsallık artık dünyasal ve görünür olan her türlü biçimden soyunmuştur. Kozmosun iç düzeni tamamen kutsallıktan arındırılmış ve laikleştirilmiştir.(Toposentrik-antroposentrik-nonsentrik) Kosmoz artık nonsentriktir (kutsal merkezsiz) ve kutsalın mekânı değildir. ‘’Tanrı dünyadan taşındı’’ diyor Karen Armstrong bu duruma. Musa’nın tanrısı artık kozmos üstü bir tanrıdır. Musa tanrısını kozmik düzenin dışına çıkartmış, fakat kozmik düzeni tanrısının içine yerleştirmiştir. Musa’nın tanrısı çapı sonsuz olan bir BEN’dir ve O’nun kozmos içindeki karşılığı sonlu insandaki kayıtsız şartsız bir imanıdır. ‘’isim imanı öldürür, o nedenle Musa’nın tanrısı isimsizdir’’ diyor Henri Bergson ve devam ediyor ‘’Bu tanrıyı anladığımızı iddia etmek, O’nu tanrı olmaktan çıkarır.’’ Gilles Deleuse ile devam edelim. ‘’şizofreni yatay, paranoya dikey bir yapılanmadır. Yahve kozmos üstü paranoid söylemi temsil eder. L.Wittegeinstein ile devam edelim.’’Dilimin sınırları dünyamın sınırlarını çizer’’Tractatus, 5-6. ‘’Dünya’yı dil doldurur. Dünyanın sınırları onun da sınırlarıdır.’’ Tractatus, 5-6-1. Musa’nın tanrısı dil ve dünya ötesidir. Ateşten harflerle taşa yazılan 10 emir (dokunulamaz olan), paranoit korkunun bedene işlenmesidir. Sonuç olarak Musa’nın tanrısı,’’Her yerde var olan değil, hiçbir yerde var olmayan da değil, hiçbir yerde var olan bir tanrıdır’’
TEMELKAYNAKÇA
-Joseph CAMPBELL, Tanrının Maskeleri
-Karen ARMSTRONG, Tanrının Tarihi
-C. LEVİ-STRAUSS, Yaban Düşünce
-C. LEVİ-STRAUSS, Yapısal Antropoloji
-S.H. HOOKE, Ortadoğu Mitolojisi
-Robert WİNSTON, Tanrının Öyküsü
-Richard FRİEDMAN, Kitabı Mukaddesi Kim Yazdı
-Mircea ELİADE, Kutsal ve Dindışı
-Mircea ELİADE, Ebedi Dönüş Mitosu
-C. G. JUNG, Dört Arketip
-Joel KOVEL, Tarih ve Tin
-Jean Pierre VERNAND, Eski Yunanda Söylen ve Toplum
-Homeros, İLYADA, ODYSSEİA
-Mıchel FOUCAULD, Benin yapımı
-Georges BATAİLLE, Erosun Gözyaşları
-Sigmund FREUD, Totem ve Tabu
-Gilles DELEUZE, Diyaloglar
-Ludwing WİTTEGEİNSTEİN, Tractatus.
-Sören KİERKEGAARD, Korku ve Titreme