|
Güneş suya, toprağa; dala yaprağa zıpkın gibi işlemiyor artık. Deniz, berrak bir gökyüzü altında yol yol gümüşi beyazdan, cam göbeğine, safire hareleniyor. Yamaçlar, birkaç gün önce yağan yağmurlarla yunup yıkanmanın yeğniliğini yaşıyor. Orak Adaları, yüzerek gidebilecekmişim gibi duruyor. Galiba, sonbahar insanda mesafe duygusunu azaltıyor.
Sağımıza denizi alarak patikada yürüyoruz. Kadir (Vargı), Bodrum Kupası 23. Ahşap Yat Yarışlarından söz ediyor. 55 yarış teknesi saymış. Diğerleriyle birlikte seksenden fazla yat varmış sularda. “Deniz insanla daha güzel.” diyor.
Akşamki ödül töreninde karşılaştığım bayan Amsterdam’dan yarışmak için geldiğini söylemişti. Turizmi çeşitlendirmek bu olsa gerek. Patika, tam bir keçiyolu: Kayalardan seke seke yürürken durup ardıç tohumları topluyoruz. Ardıç kuşuyla ardıç ağacının yaşamsal ilişkisini konuşuyoruz: Ardıç kuşu soyunu sürdürebilmek için ardıç ağacına, ardıç ağacı da ardıç kuşuna muhtaç. Aslında kim kime muhtaç değil ki!
Bunca güzellik içinde hiçbirimizin tadı tuzu yok. Güneydoğudan gelen şehit haberleri ve ardından başlayan intikam naraları belli ki hepimizi sersemletmiş. Bizi bir arada tutan en değerli duyguyu, yani “bir coğrafyayı paylaşma, bir arada yaşama duygusu” nu yitirmemizden korkuyorum. Ne tesadüf ki tam da bu günlerde PKK’nın askerlerimizi kuş gibi avlama, konvoyları havaya uçurma videoları birbiri ardına sosyal medyaya servis edilmeye başlanıyor. İzleyenlere öfkelerini bastırabilmeleri için derviş sabrı gerek. Bu videoları izleyenlerin Sosyal medyadaki notları daha bir ürkünçleşiyor. Her yerde kin, nefret, intikam naraları atılıyor. “Barış”, şimdi, hem de en çok gereksinim duyduğumuz bir zamanda en zor dillendirilebilecek sözcük oluveriyor.
Başarıyorlar diye korkuyorum. Bu ebruyu parçalıyorlar emperyalizm nihai hedefine bu coğrafyada da ulaşacak…
Onu, bir çalı dibinde görür görmez heyecanlanıyorum. Güz çiğdemlerini bilmez miyim hiç? Ama böylesini ilk kez görüyorum. Morca. Yaprakları açık mor hareli. Durup iyice bakıyorum. Kuru, cılız ot ve çürümüş çalı yaprakları arasında alımlı mı alımlı. İşte Türkiye diye mırıldanıyorum. Bu çiçeğe kim göz koymaz, kim sahip olmak istemez ki? Bir yaz boyu tek bir yağmur damlası bile görmeden kendini saklayan ve ilk güz yağmuruyla birlikte serpiliveren güzellik. Bu toprakların insanı da öyle değil mi? Yaşama sıkı sıkıya bağlı; ama kanaatkar…
***
Adnan Binyazar Anadolu insanı için “Ağıt Toplumu” der. Bugünleri yaşayıp da bu tanımlamaya karşı çıkabilen var mıdır bilmiyorum.
Bu coğrafya ne denli alımlıysa, o kadar da belalısı var. Sel, çığ, kuraklık, yangın, deprem… İçimizi karartan onca sıkıntının üstüne bu deprem tuz biber ekiyor. Birden denizin mavisi, dağların albenisi kayıp gidiyor beynimden.
Bir televizyonu açıyorum, bir bilgisayarı. Yetmiyor, kesmiyor… Yabancı ajanslara kulak veriyorum. Menemen bardakları, yine masa başına dizilmiş, 6.6′ dan 7.3’e, tahmin açık arttırması yapıyorlar. Daha 4 ay önce seçim sonuçlarını yarım saatte veren medya, şimdi sadece Van’dan bir binanın görüntüleri yayımlayarak vakit geçiriyor.
Depremin merkez üssü Erciş’miş. Halk şiirinin büyük ustalarından biri Emrah’ın güzel bağlar yurdu Erciş. Dilimin ucuna yine yanık bir türkü dolanıyor:
“Yüz bin mihnet ile bir bağ yetirdim
Yemedim meyvesin el aldı gitti
Ağlar gözyaşımı ceyhun eyledim
Çalkandı dünyayı sel aldı gitti”
Şimdi kimler bu dizelerin anlamını yürek kökünde hissetmeyecek ki? Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi, Lazı…
Dili, ha Kürtçe olmuş, ha Arapça, ha Türkçe…
Dini, ha Müslüman olmuş, ha Hıristiyan, ha Yahudi…
Ha kentli olmuş, ha kasabalı, ha köylü…
Asl’olan bu coğrafyada acıyı, sevinci bir lokma aşı, bir yudum suyu paylaşır gibi paylaşabilmek değil mi?
Bu yurt deyin ki güz çiğdemidir: morca.
Bu yurt deyin ki ebruli bahçedir. İç içe kaynaşmış rengahenk.
Ercişli Emrah gibi “Hoyrat, dost bağından gül alıp gitti” dememek için bu yurdun çalılar arasında bir morca olduğunu aklımıza iyice sokup yaşadıklarımızdan ders almamız gerek.
Hamdi Topçuoğlu